Kayıp Dîwan
Kurte
Dengbêj diyorlardı
onlara. Avcıydılar, söz avcısı, kelime avcısıydılar. Kelimeler dillerinde makam
olur; makam bir stran, stran destan, destan bir tarih, tarih bir acı, acı
hepten kelam… Ve o kelam, hiç beklemediğimiz bir anda, bir aşiret reisinin
divanında, yoksul bir köylünün odasında, meçhul bir yolcunun yolunun düştüğü
serin bir yaz yaylasında kurulmuş bir kara kıl çadırda dokunaklı bir stran, bir
destan, bir masal, bir hikaye olur çıkar karşımıza. Hafızasını korumaya çalışan
bir halkın ortak hafızasıydı onlar. Olan biten her şeyi o hafıza kayıt altında
tutuyordu, unutmamayı o sağlıyordu. Sırası geldiğinde onlara tekrar
serencamlarını anlatıyordu. Yazısı yasaklanmış bir halkın, yasaklara karşı
içgüdüsel olarak direnen kültür elçileriydi dengbêj’ler.
Muhsin Kızılkaya Kayıp
Dîwan’da, işte böyle bir dengbêj’in izini sürerek, hafızasını deşiyor. Ortaya
bir hazine çıkıyor.