Sesler
Kurte /özet
Ursula K. Le Guin daha önceki yazılarında fantastik edebiyatın gündelik hayatın kendisinden bir kaçış olmadığını, tam aksine hakikate dair bir edebiyat olduğunu belirtmişti. Yazar, dilimize Çiğdem Erkal İpek tarafından çevrilen son romanında da bu iddiasının kurgusal bir manifestosunu sunuyor okura. Fantastik dünya ile içinde yaşadığımız gerçekliğin harmanlandığı Sesler, yazarın Marifetler adlı romanının bir devamı olarak nitelendirilebilir, fakat “Sesler”i anlamak için Marifetler’i okumuş olmanın bir zorunluluk olmadığını en başta belirtmek gerekir. Marifetler’den tanıdığımız Orrec ve Gry, bu romanın tam kalbinde hikâyeye dahil olup sonuna kadar bizimle olsalar da, geriye kalan başka bir karakterin ve başka bir marifetin hikâyesidir.
Bir büyüme hikâyesini okuduğumuz Sesler’de yazar, aslında büyümenin özgürlükle nasıl kaçınılmaz bir ilişkisi olduğunun da altını çiziyor. Le Guin bize, Memer’in, bir tecavüz sonucu dünyaya gelen ve yaşadığı şehirde kuşatma altında büyüyen bir çocuğun, on yedi yaşına geldiğinde nasıl da bir kahramana dönüştüğünü anlatıyor. İşte bu dönüşümü sağlayan da kitaplar ve onların Memer aracılığıyla dile gelen sesleri. Romanın fantastik yanı tam bu noktada kendini gösteriyor. Kısacası, kitapların büyülü bir şekilde seslere dönüştüğü bu roman, her şeyden önce okumak ve yazmak üzerine.
Marifetler romanındaki kahraman...
Yankı Enki
Karanlığı lanetlemeden önce bir mum yakalım. Çünkü uğruna ağlanacak çok şey var. Korumak istedikleri kitaplarla beraber yakılan, yıkılan kütüphanelerden ayrılmak istemedikleri için diri diri gömülen, fikirleri yüzünden hayatları boyunca hapislerde çürüyen insanlar, bir zamanlar sevgiyle yoğrulmuş tanrı heykelciklerinin küfredercesine tahrip edilmiş yüzleri, zafer naraları eşliğinde yerle bir edilen bir Buda heykeli… Ayaklarımızın altında İskenderiye Kütüphanesi’nden beri bilginin tahrip edildiği bir tarih uzanıyor. Ve Marifetler serisinin ikinci kitabı Sesler’de Ursula K. Le Guin, bize evimizi neyin üzerine inşa ettiğimizi öğrenmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Son olarak Bağdat Müzesi’nde yaşanan acımasız talan gibi, gün gelecek belki hepimiz için ışıklar sönecek ve hayatta kalmak için etrafımızı sarmalayan karanlığı tanımamız gerekecek. Bu da ancak yürekteki tanrının taşlardaki ve kelimelerdeki tanrıyı tanımasıyla mümkün olabilir.
Kitapta anlatılan Ansul şehrinin hikâyesi her şeyden önce kitaplardan konuşan ve taşlarda oturan binlerce tanrıyla ilgili. Şehrin sokaklarında, binalarının önünde, kavşaklarında insanların dua edebileceği minik adak yerleri var. Bazı tapınaklar ağaçlarda asılı ve kuşlara ev sahipliği yapıyor. Ayrıca evlerin hatta odaların içinde oranın ruhu için oyulmuş nişler var. Ansul halkı dua etmek için tapınaklara girmiyor.
Delal Aydın